12/24/08

Bazen...ne yaparsan yap olmuyor bazen...

Her şeyi aşırı dozda yaşadığımı farkediyorum bu aralar.Kapalı bir alandayım ve ordan çıkış yok.Sesler anlamsız, görüntüler bulanık geliyor zihminde dolandıkça, anlamlarını kaybediyorlar.Kafamı dağıtacak hiçbir şey bulamıyorum.Genelde işe yarayan şeyleri yapıyorum ama nafile...Benimle dalga geçer gibi kafamdan çıkmıyor beynimde yarışan düşüncelerim.Seni düşünüyorum, kendimi...

Zamanında aldığım yaraları düşünüyorum, ne kadar yol katettiğimi söylüyorum kendime; ki biliyorum eskisi gibi değilim artık ama en küçük bir olayda sanki o kadar zaman hiçbir ilerleme kaydetmemişim gibi hissediyorum.Laf kalabalığı yapıyorum, susmuyorum bir türlü. Kendimi anlatmaya çalışıyorum ama onu da beceremiyorum.Kelimelerim yarım kalıyor; ben gibi...Sonunda koca bir belirsizlik var; tıpkı sen gibi...

Ne yapmam gerek bilmiyorum, ama ileri gitmek yerine etrafıma boş baktığım, hiçbir şeyden zevk almadığım zamanlarıma geri dönüyormuş gibi hissediyorum.O duruma düşmek ne kadar kolaysa bir o kadar da zor çıkması biliyorum ama elimden bir şey gelmiyor.Susmuyorum, düşüncelerim paylaşılmak istiyor. Doğrulanmak istiyorum kendimden emin değil gibi.Sonumu düşünüyorum, ne yapacağımı kestirmeye çalışıyorum.

12/21/08

Ne yapsam..Ne yazsam..Ne hissetsem...


Ne yapsam diye düşünüyorum, ne yazsam.."Ne hissediyorsun?" diye soruyorum kendime.Bir boşluk, cevabı olmayan bir soru...Biliyorum aslında cevabını ama yazmak gelmiyor içimden. Hissediyorum sanki bir şeylerin olacağını.Kötü birşeyler olacak gibi geliyor bu aralar, korkuyorum. Bir zamanlar içimde olan o umut nereye kayboldu merak ediyorum.Neler beni bu hale getirdi?Neden ortada bir şey yokken içimde bu kadar sıkıntı var?
Beni çok sevdiklerim bu hale getirdi bence.Üst üste hayal kırıklıkları yaşadım, aldatıldım. Üzüntülerim herşeyi sorgulamama sebep oldu. Güvenmemeği öğrendim, ya da çok bağlanmamayı. Öğrendiklerim güzel şeyler değildi ama kendimi koruduğumu sanmıştım o zamanlar. Şimdi yine aynı durumla karşı karşıyayım. Ne yapmalıyım bilmiyorum. Cüzdanımdaki resimlerle eski zamanları hatırlayıp ders mi almalıyım, eskisi gibi olmamak için duygularımı bastırarak sineye mi çekmeliyim ; yoksa duygularımın esiri olarak yine kendimi kandırmalı mıyım.Belki kendini kandırmak saçma ya da çocukça gelecek bir çoğunuza ama kendinizi mutlu edebildiğiniz nadir zamanlardır bunlar.Gerçek olmayan bir şeyi gerçek kılarsınız kafanızda.Onun mutluluğunu yaşarsınız.Sineye çekmekse her zaman işin tatsız kısmıdır şüphesiz.Birini unutmak, birini hayatından çıkarmak kolay değildir.Uzun uzun bakılmış resimler, itaf edilmiş şarkılar, her yerde hatıralar.
Korkuyorum olacaklardan.Yine yine düşmekten korkuyorum."Ne olucak ya boşver" diye avutuyorum kendimi ama bu belirsizlik kafamı her zaman meşgul ediyor.Aşk değil bu belki ama adını koyamadığım farklı bir duygu.Yaşadıklarım bunları söyletiyor belki de bana, "Aşk değil belki" dedirtiyor zorla.İnancım zamanla azalıyor, gerçekçi bakmaya başlıyorum olaya.Soğuyorum zamanla, ama tek bakış herşeyi tersine çeviriyor yine.Aynı hataları yapmam için fırsatlar doğuruyor resmen.Ne yapmalıyım bilmiyorum, tavsiyelere uymak bile içimden gelmiyor artık.Kötü birşeylerin olacağını hissediyorum.Korkuyorum.

12/16/08

AMERICAN HOMIC-IDOL: DEXTER MORGAN

Her zaman sorgulamak, felsefe yapmak insanı yoruyor.Neden böyle neden şöyle derken zaman geçiyor ve geri baktığımızda aklımıza gelen tek şey düşünceler arasında boğulmuş bir gençlik oluyor. Peki bu gençlik hiç eğlenmiyor mu? Öyle ya da böyle eğlenmek gerek sonuçta =).

Okuduğumuz okul göze alınırsa; yüklenmiş onca sorumluluk, yapılması gereken projeler, yüksek not alınması gereken sınavlar ve zamanında teslim edilmesi gereken ödevler arasında dikkatimi dağıtan, beni kendine bağlayan, tamamen kendimi farklı hissetmeme sebep olan bir alışkanlığın pençesindeyim yine; "DEXTER". Önümüzdeki haftalarda Amerika'da 3. sezonunu tamamlayacak dizi kesinlikle diğerlerinden farklı bana göre.

Michael C. Hall sayesinde çok da objektif bir gözle bakamadığım dizi, polisiye hayranlarının kaçırmaması gerekenlerden. Gerek Daniel Licht 'in eşsiz müziği, gerek senaryosu, gerek karakterleri, gerekse Miami manzaraları ile insanı farklı yönlerden etkiliyor. Baş karakterimiz Dexter Morgan'ın zaman zaman söyledikleri Facebook ve msn iletilerinin ilham kaynağı olarak görülüyor, ya da en azından benim için öyle=). Günlük hayatta yaşadıklarımız karşısında verdiğimiz tepkiler ve içimizde bastırdığımız düşünceler arasında zaman zaman ortaya çıkan zıtlığı en iyi şekilde göstermeyi başarıyor. İnsanın Miami'de yaşayası geliyor ne yalan söyleyeyim. "Depresyon ve Anksiyete Bozuklukları"na çok iyi gelen bu dizinin konusundan bahsetmeye başlamayacağım çünkü izlemek gerek, anlatmakla olmaz:P

11/16/08

zorlandmm sanki biraz =)

İnsanın karşısına her seferinde onu daha fazla zorlayacak sorunlar çıkıyor.İnsanların mutlulukları için neler yapabileceklerini görüyorum şu günlerde.Sorunlarını başka insanların mutluluklarını çalarak ifade etmeye çalıştıklarına şahit oluyorum.Daha önce yazdığım gibi hepimizin amacı, sonucu, yolculuğu mutluluk üstüne kurulu.Ama bunun için bir başkasını kullanmak en acısı sanırım.Yardım almak,yardım etmek, karşılıklı birbirini mutlu etmek bir yana kullanılmak en acısı.Bunun bilincinde olup herşeyi kabullenmek arkadaşlık belki de.Herşeyi bilip yokmuş gibi davranmak ve karşındaki insanın mutluluğu için çaba göstermek.Kendi mutluluğunu erteleyip arkadaşını ön plana çıkarmak bana göre sadık ilişki.

Dostluk zor iş, bu kadar zor olmalı mıydı bilmiyorum.Zor olmadığına inanmak istiyorum.Kabullenmek istemiyorum bu zorluğun bana çağrıştırdıklarını ama içten içe biliyorum.Sorunlar mı dostlukları arkadaşlıkları daha birbirine bağlı yapan ya da tamamen koparan , uzaklaştıran bilmiyorum.

Siz ne kadar çaba harcarsanız harcayın mutlulukları paylaşan insan olmak yerine dertlere çare bulmaya çalışan "sadık" dost olarak kalan, her zaman sabırlı , her zaman moral düzeltmeye programlanmış beyniyle hazır olan arkadaş olmayı kabul edebilir misiniz?Peki sizin moralinizi kim düzeltecek, sizinle kim ilgilenecek? Belki de arkadaşlarımızı istemsiz olarak sınıflandırıyoruz."Moral düzelten", "eğlendiren","derterime çare bulan"...Peki insanlara haksızlık etmiyor muyuz böyle yaparak, onları biraz da olsa kullanmış olmuor muyuz?

Ne hissedeceğimi , kim hakkında ne düşüneceğimi ve kime ne diyeceğimi bilmediğim bir dönemdeyim.Kimin gerçek arkadaşım kimin arkadaşım görünümlü başka bir şey olduğunu kestirememekten yorulduğum, sorunlu kız profilime tam olarak uyduğum bir an bu.Sadece kafa dağıtma ve içme isteği uyandıran adeta kendine zarar verme ritüeli...Sadece herşeyden uzaklaşma isteği uyandırıyor bu ama bunu yaptığında işler daha zorlaşıyor sanki.Daha sağlamlaşıyor sorunlar kafalarda ve konuşarak bazı şeyleri halletme olasılığı daha da düşüyor.Ne olursa olsun hiçbir şey değişmeyecek gibi.Arkadaşlık zor iş vesselam.Allah kolaylık versin hepimize...

11/10/08

güzel bir fikir çatışması; amaç mı sonuç mu yoksa bir yolculuk mu??

Gördüğüm anda kafamı karıştıran, beni düşündüren bir sözü paylaşmak istiyorum. "Mutluluk bir amaç mı, bir sonuç mu olmalıdır?"Kendi açımdan düşündüğümde ikisi de demek geliyor içimden.Yaptığım hareketleri beni mutlu ettikleri için yapıyorum bunu yanında yaptıklarımın sonucu olarak da mutluluğu bekliyorum hayattan.Karmaşık görünse de yaptıklarımız hep aynı şeye dayanıyor; herşey mutluluk üstüne kurulu hayatımızda..Kendimizi mutlu etmek için çırpınıyoruz sanki diğer türlü yaşamayı bilmiyor gibi...En basitinden birini sevmek mutluluk veriyor insana; o insanla ilgilenmek ,onu mutlu etmek haz veriyor...Mutsuzluktan kaçmaya çalışıyoruz geldiğini hissettiğimiz anda.Oysa bu kaçtığımız şey ne kadar sancılı olursa olsun bizi mutluluğa götüren bir süreç, ya da böyle olduğuna inanmak istiyoruz. Yaptığımız hatalar, üzüldüğümüz konular büyütüyor bizi farketmeden.Farklı bakmaya başlıyoruz ardından herşeye.

Hepimizin kendini kötü hissettiği anlar oluyor hayatta şüphesiz.Aynaya baktığımızda kendimizi tanıyamadığımız anlar, sanki uzun zamandır gözlerimizin içine bakmamışız, kendimizden ve düşüncelerimizden kaçmışız gibi.Bunun gibi anlarda insan anlıyor ne kadar değiştiğini, gerçeklerle bu anda yüzleşiyor, gerçekte ne yapmak istediğini anlıyor...Bu anlar bizi mutluğa bir adım yaklaştıran kilit noktalar, unutulmayan anlar.

Ama ne yaparsak yapalım olmuyor bazen..Kendimizi inandırmaya çalışıyoruz mutlu bir sona doğru ilerlediğimize ama başaramıyoruz bir türü.Kimin mutluluğu hakettiği üstüne kafamızda fikir çatışmalarına giriyoruz zaman zaman.Mutlu olmak için sebepler arıyoruz kendimize, isyan ediyoruz bazen.Bunların da bir süreç olduğunu söylemek isterdim ama henüz tecrübe etmiş değilim bunu.Sadece sabırla beklemek gerek demek isterdim ama ne yapılması gerektiğini bilmemekle birlikte sürüklenme evresinde olduğumu hissettiğim günler içindeyim.Mutlu olmak için sebep bulmayı bencilce bir düşünce olarak görsem de mutsuzluğum için de bir sebep bulamadığım, karmaşık ve anlamsız duygularla savaştığım günler bunlar...Halimden memnun olmadığım da söylenemez orası ayrı.Her zaman daha fazlasını istemeye programlanmış insan beyni bazen istememeye de alışıyor bunu anlıyorum.Bunun nedenini de yorgunluk olarak görüyorum.İçimin kıpır kıpır olduğu, her an heyecanlı olduğum günlerin özlemini çekiyorum.

Güzel bir sözle bitiriyorum sorgulamayı.
"Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır."
Konfiçyüs

11/2/08

bir hatanız oldu hadi hayırlı olsun!!

Bir marifet gibi görmeye başladım hata yapmayı.Biri hata mı dedi; geliorm abi!! şeklinde.Sanki hayatımdan çıkarıp atamayacağım bi alışkanlık gibi belli konularda peşimi bırakmamakta ne yazık ki..O yüzden çoğu zaman kendime kızıyorum sadece.Söylemek konuşmak dahi istemiyorum aslında ama bir o kadar da zorlanıyorum bunları içimde tutmakta.Ne yapsam bilmiyorum polyanna mı olsam, yoksa hiç düşünmesem mi ya da düşünüp kafada kurup delirsem mi??

Gizemli bir girişten ve herkesin kafasında"abi nolmuş bu kıza?" sorusunu canlandırdıktan sonra geçiyorum konuma.Daha geçen gün aptal gibi aşk aşk derken şimdi lanet okumamın sebebi nedir sorarım size; konumuz bu.Ben cevabımı bulmuş değilim ondan soruyorum.Dengesizliğimi ve bu ruh halimi açıklayabilecek bir insan evladı aramaktayım.Sen şöylesin sen böylesin desin ben de rahatlıyim milyonlarca blog okuyucum da:P..

Nasıl olup da yine yine aynı hataları yapmaya devam edebiliyorum bilmiyorum, diyorum ya marifet sanki bir de oturmuş yazıyorum bunları.Arkadaş terapileri yararsız, kendi kendime konuşmalar kısır döngü , ruh halim ise her an değişebilmekte..Hoş değil, hiç hoş değil...

10/31/08

Love Remains the Same :):)

Gerçekten aylardır yazmak gelmemişti içimden.Bir blog um olduğunu da blogspot un kapatıldığı zaman gerçek anlamda farketmeyi başarmış olmam da ayrı bir durum tabi.Alışkanlık haline getirememek canımı sıktı biraz..Ne yazıya dökmekten hoşlanacağım şeyler geldi başıma ne de hatırlamak isteyeceğim şeyler.Bunlardan çok farklı olarak şu aralar beni etkileyen, yöneten tek şey aşk ne yazık ki...Ya da aşk diyorum ki başka şeylerle uğraşmak zorunda kalmayayım.:)

Arkadaşlarımla konuşmalarıma bakıyorum; konumuz belli...Hayatımı son zamanlarda bu kadar yönetmeyi başaran bu şeyin içine ben nasıl düştüm.İnsanın içinde aşık olmayı tetikleyen şeyler nelerdir diye soruyorum kendime; harbiden nelerdir?Her insan için farklı bir durum olsa da bana göre en önemli şeyler anı yakalamaktır.Bir bakışı yakalamak, bunun yanında altta fon müziği olarak kulağında The Cure "Lovesong" çalması mesela.:)..Ya da şarkılarda bir insanı düşünmek, o tam yanındaymış gibi ona şarkı söylemek:) Hazır şarkılardan bahsetmişken Gavin Rossdale "Love Remains the Same" son favorilerimden olup okuyan okumayan herkese ISRARLA önerilmektedir.Uzun lafın kısası bu düşünceler bir çok insana çocukça, zavallı ya da bir üst kademe olarak psikopatça gelebilir ama bu her an kendinizi içinde bulabileceğiniz bir durum olmakla birlikte kurtulması çok zor ve acılı bir süreç getirmektedir yanında...

Konu sapmadan insanı aşık olmaya tetikleyen şeylerden bahsedelim biraz daha.Şarkılardan sonra gelen en önemli şey bana göre filmlerdir.Gerçek olaylar ve insanlardan değil de müzik ve filmlerden yani tamamen hayal ürünü olan şeylerden çok daha fazla etkilendiğim gerçkeği sizin gözünüzde nasıl bir profil çizmektedir acaba, bilmek istemiyorum:).Filmlere gelince Bir "A Lot Like Love" ı izleyip aşık olmak istememek mümkün müdür hala sorgulamaktayım.Ne yapıp edip birbirini bulan aşıkların yerinde olmak istemeyecek bir baba yiğit var mıdır meraklardayım doğrusu:)

Aşık olmak isteyenler ya da en azından şarkıların insanı ne kadar etkileyebileceği konusunda şüpheleri olanlar için birkaç şarkı sıralıyorum aşşağı.

(Şarkılar dinlenirken mümkün olduğunca telefonlardan ve facebook aleminden uzak durulması tavsiye edilir..şarkılar çok fena gaza getirebilir o yüzden sadece 5 şarkı yazıyorum, sorumluluk almam:P)
1)Travis_Love will come through
2)Robi Draco Rosa_Crash Push
3)The Cure_Lovesong
4)Gavin Rossdale_Love Remains the Same
5)Morrissey_Let Me Kiss You

4/4/08

Kaybetmek mi??


Kaybettiğim en önemli şey insanlara olan güvenimdi sanırım.Belki bu yüzden bu kadar korkuyorum yeniden başlamaya, herşeyi unutmaya, beynimde durduramadığım çağrışım ve düşüncelerin yarıimasına..Kaybedecek birşeyim yok diyorum kendime zaman zaman ama o kadar çok şey kaybettim ki şu son zamanlarda.Kendimi tekrar çıkmak bilmediğim bunalımlara sürüklemeye, tekrar şarkılarda kendimi bulmaya, tekrar durduramadığım gözyaşlarımın esiri olmaya dayanabilir miyim , buna gücüm var mı bilmiyorum.Gerçi insan isteyince herşey gücü yetiyor ama bilmiyorum.Tekrar birine güvenebilmek, tekrar birini düşünebilmek ve en önemlisi hayal kurabilmek korkutuyor.Tekrar aynı üzüntüleri yaşamak değil bu korkunun sebebi, bu sefer neyi kaybedeceğini bilememek.Herşeyin bir ömrü olduğu gibi bu kaybedilen şeylerin de bir ömrü var.Bir süre kaybedilen özgüven ve özsaygı ya da insanlara olan güven...


Herşey boş geliyordu bir zamanlar.Ama insan alışıyor herşeye.Boşluğa alışmak ve boşluk kavramının da bu sebepten kaybolması gibi herşey çok kolay.Herkesin güvenilmez ve yabancı olduğunu düşündüğünde çok kolay işliyor herşey.Çünkü kafana takmaya değer olup olmadığını düşünmeye başlıyorsun.İyi mi kötü mü yaptım diye düşünmeye başladığında ise cevap bulamaz hale geliyorsun.Sorgulama safhasını es geçip herşeyi olduğu gibi dinlemeye ve yaşamaya başlıyorsun.Sigaraların sayısı artarken, kendini müzikte kaybetmeyi alışkanlık haline getirmişken tam anlamıyla yanlız olmak en büyük isteğin haline geliyor.


Klişelerden uzak, kendinle başbaşa , huzurlu bir hayat...Yanan bir sigara gibi şekilden şekile giren düşüncelerim ve her saniye kendi olmaktan uzaklaşan ben..seninle beraber etraftaki hiçbirşeyi ve hiçbir düşünceyi, fikri düşünmeye değer görmeyen ve üzülmeyi ne olursa olsun reddeden bir vücud olmak tek isteğimdi...

3/31/08

soluk hayaletler...


İnsanlar eklenior hayatına, insanlar eksiliyor, sen bir kalabalıktan bir başka kalabalığa çok da fark etmeden geçiyorsun, birileri senin hayatından çıkıyor, sen birilerinin hayatından çıkıyorsun...teninin parçası olmuş niceleri uzaklaşıyorlar, bir zamanlar adını bile bilmediklerin şimdi en mahrem gülüşlerinin sahibi oluyor.... "o gitmez" dediğin kaç kişi gitti, asla kopamayacağını sandığın kaç kişiden koptun, hafızanda birer soluk hayalet şimdi onlar ve sen onların hafızasında soluk bir hayaletsin, gelecek, hayatından kimleri soluk hayaletlere ceviricek...

Zorlu bir savaş = Arkadaşlık :)))


Yoruluyorum.İnsanlardan, düşüncesizliklerinden, umursamazlıklarından.Keşke insanlar biraz olsun etraflarına bakıp neler olduğunun farkına varsalar..Etrafında kimler var, o insanlara kendilerini nasıl hissettiriyorlar..Ama kimse bunları düşünmüyor, buna tenezzül bile etmiyor.Doğanın Kanunu diyeceksiniz belki,"herkes elbet kendini düşünür" diyeceksiniz ama siz karşınızdaki insana hakettiğinden çok daha fazla değer verdiğinizi anladığınızda iş işten geçmiş oluyor.Kendinizi içinde kolaylıkla kaybolacağınız olaylar zinciri içinde, tanımadığınız bir sürü insan hakkında düşünürken ve bunlar hakkında yorum yaparken buluyorsunuz.

"Yazık" demekten başka birşey gelmiyor bazen insanın içinden. İç karartıcı bulabilirsiniz yazdıklarımı ama insanlara hakettiklerinden fazla değer vermeye gelmiyor ne yazık ki..Bu insanlar en yakınınız da olsa aynı en uzağınız da.Son moda "anı yaşamak" diye adlandırdığımız yaşam şekli ne kadar cazip ve eğlenceli olsa da insalara arkadaşlıklar kaybettirmekten başka birşey yapmıyor.Buna rağmen ben de dahil olmak üzere bir sürü insan tarafından "yaşam felsefesi" olarak adlandırılıyor.Karşımdaki üzgün mü, biraz ilgilenirim gerisi beni bağlamaz..ya da karşımdakini kırdım mı, beni böyle kabul etsin beni ilgilendirmez...

Arkadaşlıklar insanların paylaşım ve eğlenme ihtiyacını gidermek yerine yıpratıcı ve zor bir sınav halini almaya başladı.Her seferinde birileri yıpranıyor, üzülüyor ve sonuç olarak hakettiği değeri karşısından almayı bırakın, onlar için hiç değerli olmadığını hissediyor.Belki tüm arkadaşlıklar böyle değil günümüzde ama derinden gözlemlediğim ve acı bir şekilde farkına vardığım bu olaylardan bazılarının içinde buluyorum kendimi zaman zaman.

Böyle zamanlarda yalnızlık öyle çekici geliyor ki insana.Kafanızın gerçekten gereksiz bilgilerle dolmasındansa kendi kendinize kalmak...Sesler yok, anlam veremediğiniz uğultular yok, aklınızda boşu boşuna yer kaplayan gereksiz bilgiler yok ve belki de en önemlisi karşıdan değer görmeyi beklemek yok.İnsan kendini en iyi anlayan varlık olduğu gibi yalnız kaldığında da bunun verdiği huzurla yalnızlığının tadını çıkartmalıdır bence..Hayatta yapayalnız olduğumuz gerçeğiyle ne kadar erken yüzleşirsek,kendimiz dışında kimseye ihtiyacımız olmadığını kavrayabilirsek gelecekte bunun avantajlarını da kullanabiliriz bence.Unutmayın ne kadar kötü bir durumda olursanız olun, her zaman bir seçenek vardır.Her zaman bir çözümü vardır.Bunu ancak kendi kendinize kaldığınızda anlayabilirsiniz.Çünkü sizi en iyi siz anlayabilirsiniz.Arkadaşlıklarınız istediğiniz ve beklediğiniz gibiyse çok şanslı nadir insanlardan olduğunuzu söyleyebilirm ama eğer öyle değilse de bir doz "yalnızlık ve huzur" işe yarayabilir.Bu zorlu sınavda(!) herkese başarılar dilerim...:)

"Zaman mı bizi tüketiyor, biz mi zamanı?"

Bloguma yazdığım ilk yazının asla kimsenin sahip olamayacağı ve pek farkında olunmasa da çok önemli bir kavram üzerinde olmasını istedim.ZAMAN...
En çok yağmurlu bir günde yalnız başınıza yürürken farkedersinz..O yoldan sayısını hatırlayamayacağınz kadar çok geçmişsinizdir.Her defasında farklı düşüncelerle, farklı ruh hallerinde..İşte o zaman anlarsınız zamanın nasıl geçtiğini, ne kadar değerli olduğunu..Zaman zaman yavaşladığını hissedersin. Sanki herşey daha hızlı hareket etmeye başlıyor ve sen bunları izlemekten başka birşey yapamıyorsun. Konuşmalar uğultu gibi, görüntüler bulanık..
Bir kağıt parçasını yakmak gibi..sadece alevlerin yönlendirdiği, hiçbir gücü, hiçbir etkisi olmayan bir kağıt parçası.Etrafında olup bitenle alakası bile olmayan, çaresiz yavaş yavaş değişen..Her dakika kendi olmaktan uzaklaşan..
Karamsar düşüncelerin beyninde yarıştığını hissedersin bazen, sonra “alıştım” dersin kendine, "bu aralar hep böyleyim zaten".. İşin korkutucu kısmı bunun bir alışkanlığa dönüştüğü evre..Birer mahkuma çeviren alışkanlıklardan kurtulmak kadar insanı özgürleştiren başka bir şey olmasa da alışkanlık işte, kurtulmak çok da kolay olmuyor.Yapılan işler, harcanan zamanlar..Hepsi biraz olsun unutabilmek için, biraz olsun hayata dönebilmek için.
Ne böyle içini dökmek bir çözüm, ne de etrafındakilerle konuşmak..Herşey kafanın içinde ve sen onları çözmedikten sonra kimsenin yapabileceği bir şey yok.Tüm o teselliler boş, saatlerce süren aynı şeylerden bahsettiğimz muhabbetler faydasız..Herşey kafanın içinde..düzelmek de bunların içinde boğulup gitmek de...